Bu tür rahatsızlığı olan kişilere baktığımızda özgüven eksikliği etrafında bazı belirtiler sergilediklerini görürüz. Bu kişiler çoğunlukla ilişkilerde boyun eğici, yapışkan davranışları olan ayrılma korkusu yaşayan kişilerdir. Yetersizlik duyguları yoğundur; kendi düşündüklerinin yetersiz olduğu fikri yerleşmiştir zihinlerine. Genellikle başkalarının görüş ve kararlarına ihtiyaç duyarlar. Adeta kendilerini aciz hissetmektedirler. Bir bakıma kendi kendilerine sorumluluk almak yerine yaşamın önemli alanlarında başkalarının sorumluluk almasını beklerler. Yanlız kalmak, kendi kendilerine bağımsız kararlar alıp ilerlemek, kendi kendilerine bir şeyi başlatıp sürdürmek zordur onlar için; sorumluluk gerektiren konumlardan süratle kaçabilirler ve önemli bir karar almaları gerektiğinde gerginleşirler.
Yanlız kalmak korkutucudur. İtiraz etmekte, ”hayır” demekte zorlanırlar. İtiraz ederlerse karşılarındaki tarafından reddedilmekten korkarlar. Biliyoruz ki reddedilmek de bir tür kayıptır ve o yüzden acı verir.
İnsan ilişkilerinde ne kadar fedakar davranırlarsa o denli şükran duyulacaklarını, benimseneceklerini varsayarlar. Ne kadar verici olurlarsa o kadar takdir edileceklerdir.
İlgi ve destek bulmak ve dolayısıyla hep boşluğunu hissettikleri güven duygusunu yakalayabilmek önemlidir bu kişilerin hayatlarında. Güven duygusu için yeterli ilgi ve desteğin önemini tartışamayız. Eski bir açığı, açlığı gidermek ister gibidirler böylelikle.
Kişilik bozukluklarında genel olarak kişinin çocukluk dönemi ilişkilerinin izlerini görürüz.
Çocuklukta ebeveynlerle ama özel olarak anneyle ilişkideki sorun kişinin bağımsızlaşmasını, kendine ve çevresine güven geliştirmesini etkiler. Anne yeni doğan bebeğine hazır değilse, aşırı kaygıları varsa veya onu bir yük olarak algılıyor ve taşımakta, sorumluluğunu almakta sorun yaşıyorsa bu durum anne / çocuk etkileşimine yansıyacaktır.
Bu etkileşim tekrar eden nitelikte ve uzun süreli ise çocuğun güven duygusu zedelenir. Böyle çocuklar oldukları gibi sevilmeyeceklerine dair yanlış inançlar geliştirebilirler ve yetişkinliklerinde de bu durum devam eder. Kendilerini “aptal” olarak niteleyebilen kötümser kişiler olma olasılıkları yüksektir.
Bağımlı kişilikteki bireyde de çocukluğunda ona bakan, onu büyüten kişilerle (özellikle anne-baba) olan ilişkileri içselleşmiştir. İlk bakım veren kişiler bir bakıma bireyin içinde varlıklarını devam ettirirler. Onların varlıkları açık seçik olarak hissedilmese de kişinin günlük ilişkilerine ve kendini nasıl algıladığına mutlaka yansıyacaktır. Kendilik algımız her neyse karşımızdakinin bizimle ilgili düşüncesi bundan etkilenecek ve ilişkilerimiz debu doğrultuda şekillenecektir.
Hepimiz bir bakıma bu etkileşimleri içimizde taşırız ve eğer farkına vardığımız eksik ve uyumsuz taraflar varsa sorgulamaya başlarız. Ne de olsa hayatımızın olmazsa olmazı sorumluluklarımız ve ilişkilerdir. Tekrarlayan biçimde bir yerlerde takılıp kalıyorsak onları irdelemeden değiştirmeden üstünden atlayıp geçip gidemeyiz.
Sağlıklı olmanın, mutlu olmanın, daha doyumlu ilişkiler içinde olmanın hazzını arar insanoğolu hayatı boyunca. Aramak sağlık belirtisidir aslında, kaçmaksa teslim olmak..
Uzm.Kln.Psk.Elif Aybay